Home » Coşkun ırmakların gür sesine… Muharrem Yiğitsoy anısına

Coşkun ırmakların gür sesine… Muharrem Yiğitsoy anısına

Dersim’de şehit düşen Muharrem Yiğitsoy, Aşkın Günel ve Cafer Kara yoldaşların anısına…

Hava dondurucu soğuktu. Epey zamandır, mendil satmak için durmadan birinin peşine takılan kız çocuğunu izliyordu. Ayağında naylon ayakkabılar vardı, giysileri de çok inceydi. Soğuktan elleri, burnu ve yanakları kıpkırmızı olmuştu. Elleri çok üşüdüğü için mendillere  hakim  olamıyor,  iki  de  bir  yere düşürüyordu.  Albenili,  rengarenk  elbiseleri içinde annelerinin güven veren ellerinden sıkıca tutarak sağından solundan geçen çocukları  izlerken  dalıyordu  bazen.  Ama  bu  durum  fazla  sürmüyor,  uykudan  uyanırcasına hayal  dünyasından  sıyrılıyor  ve  hemen  sokaktan geçen birinin ardından koşturuyordu.

Hava  çoktan  kararmıştı.  Herkes  bir  an önce evine, güvenli sıcak bir yere ulaşmaya çalışıyordu. Deniz (Muharrem Yiğitsoy) ilk otobüsü  kaçırmıştı.  ikincisini  beklerken gözleri  bu  kız  çocuğuna  takılıvermişti.  En fazla  sekiz  yaşında  gösteriyordu.  Bu  saatte bu çocuğun ne işi vardı ki sokaklarda? Acaba  annesi-babası  ya  da  bir  evi  var  mıydı? Yoksa  birazdan  kendisiyle  “aynı  kaderi” paylaşan diğer çocuklarla birlikte sığındıkları  bir  köşede  yere  serilen  kartonlardan  oluşan yataklarında birbirine sokularak bir türlü bitmeyecek  soğuk  ve  uzun  kış  gecelerinde titreyerek  sabah  olmasını  mı  bekleyecekti?

Düşüncelerinden  sıyrıldığında  durakta  kendisinden  başka  kimse  kalmamıştı.  Oldum olası dayanamazdı böyle durumlara. Ne zaman boyacı bir çocuk, inşaatta çalışan bir işçi,  lüks  bir  apartmanda  temizlik  yapan  bir kadın  ya  da  yüklendiği  yükün  altında  beli bükülmüş bir hamal görse hep böyle olurdu. Sorular peş peşe üşüşüverirdi kafasına. Neden alın terlerini akıtarak yarattıkları şu görkemli binalara bir daha giremez işçiler? Neden  zengin  kadınlar  televizyon  karşısında kahvelerini  yudumlayıp  keyif  çatarken  diğerleri onların pisliğini temizler. Neden bazıçocuklar altı-yedi yaşlarında sokaklarda çalışmak zorunda kalırken bazıları sonsuz olanaklara sahiptir? Daha onlarca soru sıralanabilirdi.  Bu  soruların  cevabını  biliyordu  elbette.

Zaten yerinde duramayışının, kıpır kıpır oluşunun  nedeni  de  bu  değil  miydi?  Düzenin nasıl  işlediğini,  çarkların  nasıl  döndüğünü, kimin değirmenine su, kiminkine kan taşıdığını biliyordu. Yapılan manüplasyonlarla aldatılan, yaşadıklarının kader olduğuna, böyle  gelmiş  böyle  gideceğine  inandırılan  ve hayatın esas yaratıcıları, üreticileri olan kitlelere nasıl da her şeyin en güzeline layık olduklarını ve ürettikleri hayatın da asıl sahipleri oldukları gerçeğini anlatması gerekiyordu. Kavranan bu gerçeklik ve gerçektirdikleri ise zorlu, fedakarlık isteyen gerektiğinde de bedel  olarak  can  isteyen  bir  işti.  Bunu  biliyordu,  o  kadar  kolay  olmayacaktı.  Sonuçta “her şeyi kaybetmek de” vardı.

Bazen ailesinin telkinleri geliyordu aklına:  “Aman  oğlum  sağa  sola  bulaşmadan okulunu  bitir.  Hepimiz  senden  bunu  bekliyoruz. Acı düşürme yüreğimize.” ıstediği en son şey ailesinin üzülmesiydi ama onlar hayata  dar  bir  pencereden  bakıyor  ona  da  bu bakış  açısını  öneriyorlardı.  Bunu  yapamazdı.  O  halde  onları  değiştirmek  için  de  çaba sarf  etmesi  gerekiyordu.  Önce  şaşıracaklar, kabullenmeyecekler ama sonunda onun kararlılığını  görünce  yapacak  fazla  bir  şeyleri kalmayacaktı. En çok da bu sessiz, sakin insanın nasıl olup da bu kadar değiştiğine anlam veremeyeceklerdi herhalde.

***

Evet; sakin, ağır kanlı, acelesiz bir kişiliğe  sahipti.  Fazla  konuşkan  değildi  genelde dinlemeyi  tercih  ediyordu.  Ama  iyi  bildiği ya  da  emin  olduğu  konularda  ise  saatlerce konuşurdu.  94 yılında Proletarya Partisi içten büyük bir darbe almıştı. Yıllarca can bedeli yaratılan  değerler  tahribata  uğramış,  güvensizlik, hayal kırıklıkları kaplamıştı ortalığı. Böylesi süreçlerde  yönünü  bulabilmek,  doğruya ulaşmak  zordur.  En  azından  herkesin  yapabileceği bir şey değildir. Bu süreçleri atlata- bilenlerse  daha  da  güçlenerek  çıkarlar.  Deniz yoldaş bu süreçte yolunu en hızlı bulan ve güçlenerek çıkanlardan biriydi.  Kullandığı  bilimsel  yöntem  yönünü  çabuk  bulmasını  sağladı.  Tavrını  Proletarya Partisi’nden yana koyarken diğer yandan da çevresindekilere yardımcı olmaya çalışıyordu.  ışte  bu  süreçte  suskunluğu  bir  yana  bırakmıştı. Bazen saatlerce konuşuyor bu durumuna  kendisi  bile  şaşırıyordu. Ama  doğrular  anlatılmazsa  yanlışın  hükmü  kırılamazdı.

2002 kışında yapılan bir çalışmada gruplarından birinin sorumlusuydu. Grup sorumlusu olarak raporu kendisi sunacaktı. Raporun hazırlanması sürecinde canla başla çalışmış,  sürekli  birileriyle  konuşup  fikir  almış, okumuş-yazmıştı  Deniz. Hareketli  olmak  sadece  çatışma  alanlarında  yaptığı  bir  şey  değildi.  Yaşamın  her alanında  koşuyordu  yetişebilmek  için,  ama işahını  kesmeden.  Mücadelede  bir  atımlık barut misali geçici değil, tüm yaşamını mücadeleye adayarak yapabileceğinin en iyisini yaparak azami faydayı sağlamak istiyordu. Bunun için de hızlı ve atak olması gerekiyordu. Çünkü biliyordu ki hayat hızla akıp giderken  sen  hep  aynı  tempoda  yürüyorsan objektif olarak yaşamın gerisinde kalmışsın demektir.  Bulunduğu her alanda bu kurala uymaya çalışıyordu. Donanmaya, kendini yenilemeye, büyük önem veriyordu. Okuldayken bir yandan okuyup araştırarak diğer yandan pratiğin  içinde  yer  alarak  devam  ediyordu.

Okulunu  bitirdiğinde  ise  bu  alan  üzerinden neler  yapılabileceği  örgütlülüğe  nasıl  bir katkı  sağlayabileceğini  hesaplıyordu.  Mühendislik onun için bir amaç değil araçtı her zaman. Pratiği bunun en güzel kanıtıdır.   Savaşçı bir partinin militanları da savaşçı olmak zorundadır. Deniz yoldaş bu bilinçle  hareket  ediyordu.  Bir  devrim  neferi,  savaşçı  bir  militan  her  alanda  ustalaşmak  zorundadır. Çünkü bu süreç yani devrim süreci  tamamlanana  kadar  herkese  çok  yoğun bazen de ağır görevler düşebilir. Nerede ihtiyaç varsa orada olabilmek önceden donanmak, hazırlanmakla ilgilidir. Tüm devrimciler için geçerlidir bu kural. Devrimciliği yaşamıyla  tam  anlamıyla bütünleştirmiş,  yaşam  biçimi  haline  getirmiş  olanlar  için  bu pek  zor  değildir.  Çünkü  yaşamlarının  her anında bunu yaşar hisseder, gerektirdiklerini yapmaktan zevk alırlar. Devrim için donanmak,  öğrenmek  bir  keyiftir  aynı  zamanda. Deniz yoldaş azmi, coşkusu, insanlara olan sevgisi,  yaptığı  işe  kendini,  ruhunu  katmasıyla bu durumun en güzel örneklerinden biriydi.

Değişik  alanlarda  faaliyet  yürüttü.  Öğrencilik,  mühendislik,  gazetecilik  ve  son olarak  da  en  çok  istediği  gerilla  alanı.  Her alan değişikliğinde biraz daha gelişmiş, ilerlemiş oluyordu. Bu durum bulunduğu zamanı ve mekanı en iyi şekilde değerlendirmeyi gerektirir. Ve  bunu  yapmak  her  zaman  zordur. Günlük rutine kendini kaptırma, küçük dünyalara hapsolma, yetinme, sıradanlaşma; sürekli  akan  bir  suyun  yatağını  aşındırması gibi  devrimci  kişilikleri  aşındırmak,  zaafa uğratmak  için  sürekli  hareket  halindedir.

İçinden  geldiğimiz  toplum  ise  bunun  doğal zeminidir. Bu tuzağa düşmemek sürekli bir çabayı,  yenilenmeyi  gerektirir.  Yenilenme ise insana coşku ve yaratma isteği verir. Bu istek onu anlamak, öğrenmek, yorumlamak ve eyleme geçmek için sürekli üretken kılıyordu.

Bir devrimcinin asıl işi insanlarla uğraşmaktır.  Bu  nedenle  insanları  anlayabilmek için büyük uğraş veriyordu. Kitlelerin isteklerini,  beklentilerini,  bakış  açılarını,  özlemlerini öğrenmeden devrimci mücadele yürütülemez.  Her  şey  bunun  üzerine  inşa  edilir.

Tüm  faaliyet  alanlarında  bu  gerçekliğe  uygun bir pratik faaliyet yürüttü. ınsanlarla sürekli birlikte oluyor, onlarla konuşuyor, anlamaya çalışıyordu. Bir yerde insanların size kabullenmesi ve sevmesi sizi kendilerinden biri gibi görmeleriyle mümkündür. Bunu başaramadığınız sürece de asla size kendilerini açmazlar, yakınlık duymazlar; çekinirler, sayarlar ama sevmezler. Bir devrimcinin en temel  özelliği  insanları  sevmektir.  Zaten  bu sevginizi gösterdiğinizde karşılıksız kalmaz.

Deniz yoldaş bu en temel özelliği en iyi şekilde hayata geçiriyordu. Gittiği yerlere çabuk uyum sağlıyor oradan biriymiş izlenimi veriyordu.  Gazetede  çalıştığı  dönemde  bir çok  insanın  onu  Malatyalı  zannetmesi  bu konuda  önemli  bir  veridir.  Gerillaya  geldiğinde de kitlelerle olan yakın ilişkisi devam etti. Kitlelerle her buluşmamızda susamışçasına onlarla konuşuyor; anlamaya, tanımaya çalışıyordu.  Özellikle  de  yaşlılarla  konuşmaktan büyük keyif alıyordu. Yaşlandıkları için  biraz  hayatın  dışına  itilmiş  bu  insanlar ilgiye  muhtaçtılar  ve  bulduklarında  ise  çok mutlu oluyorlardı. Onları mutlu ettikçe kendisi de mutlu oluyordu. Kitlelerle  ilişkilerine  paralel  yoldaşlarla ilişkileri  de  aynı  biçimde  sıcak  ve  içtendi. Tüm  yoldaşları  tarafından  sevilen  ve  saygı duyulan  bir  yoldaştı.  İnsanları  kırmamaya büyük önem veriyordu. Hele de yoldaşlarını kırmaktan çok çekiniyordu.

Deniz yoldaşın en belirgin özelliği Parti görevine  yaklaşımı  ve  görev  bilinciydi. Kendisine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirebilmek için gecesini gündüzüne katıyor, günün her anında yapacaklarını düşünüyor, büyük bir ciddiyet ve sorumluluk bi- linciyle, büyük küçük demeden tüm görevleri  en  iyi  şekilde  yapmaya  çalışıyordu.  Bu görev ister günlük pratik bir iş olsun, isterse düşünsel çaba gerektiren bir iş olsun hiç fark etmez. O tüm ciddiyet ve önemsemesiyle ruhunu  katarak  yapmaya  çalışıyordu.  Bu  yanıyla  tüm  yoldaşların  saygısını  kazanmıştı. Ayrıca bir örgütün sağlıklı işleyebilmesi, gelişip  güçlenmesi  için  tüm  üyelerin  verilen kararlar doğrultusunda görevlerini gereğince yapması gerekir. Verilen karar doğru bulunmayabilir, eleştirilebilir ama karar çıktıktan sonra onu en iyi şekilde yapmak demokratik merkeziyetçiliğin  en  temel  gereğidir.  Aksi taktirde her kafadan bir ses çıkar herkes kendince  doğru  gördüğü  yöne  çeker  ve  örgüt; örgüt  olmaktan  çıkar.  Doğru  bulunmayan, onaylanmayan bir noktada görevi en iyi şekilde  yapmak  ise  sanıldığı  kadar  kolay  değildir. Çünkü yapmakta olduğumuz şey doğruluğuna  inanmadığımız  ya  da  en  azından eksik olduğunu düşündüğümüz bir iştir.  ışte Deniz yoldaş eleştirse de, doğru bulmasa da verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirebilmek için gerçekten büyük çaba harcıyordu. Örgütlü bireylerde olmazsa olmaz bir özelliktir bu. Gerilla yaşamı ağır ve zorludur. Sağlam bir kafa ve sağlam bir vücut gerektirir. Tabi ki  aslolan  kafadır,  bilinçtir.  Eğer  yeterli inanç ve bilinç yoksa en sağlam ve sağlıklı vücut bile hiçbir işe yaramaz. Çünkü devrim mücadelesi  Rambolar  üzerinden  değil,  milyonlarca  “sıradan”  insanın  inanç,  istek  ve çabaları  üzerinden  yürür.  Asıl  güç  burada; bu inanç ve istekte yatar.  Deniz yoldaşın fiziksel rahatsızlıkları da vardı.  Gerilla  alanını  tüm  bunlara  ragmen tercih  etmişti.  Özellikle  bazı  rahatsızlıkları onu çok fazla zorluyordu. Sürekli koşturmaca, ağır çalışma koşulları, taşınan ağır yükler ve  özellikle  de  soğuk  hava  herkesi  zorlar ama rahatsız olanları daha da fazla etkiliyordu.  Yaz-kış  fark  etmez  soğuk  her  zaman olumsuz bir etkendir.

Gerilla  yüksekleri  mesken  tuttuğu  için  soğuktan her zaman etkilenir. Tüm bu zorlanmalara  rağmen  herkesin  iki  katı  çaba  sarf ediyor  ve  yakınmıyordu.  Yakınmak;  söylemekle değiştirilemeyecek bir durumu sürekli  hatırlatarak  sadece  moral  bozan  olumsuz bir durumdur. Deniz yoldaş bu tür durumlarda  şakalar  yaparak  ortamı  canlandırmaya çalışırdı. Soğuktan daha az etkilenmek için vücuduna, kafasına sardığı şallar çoğunlukla yoldaşların  espri  konusu  olur:  “ihtiyar  yoldaş yetmediyse benim parkamı ve şalımı da al” diye takılırlardı.

Devrimcileri diğer insanlardan ayıran en önemli yanlarından biri zorluklara karşı direnç ve girdikleri ortamı değiştirme, dönüştürme  ve  canlandırmalarıdır.  Yokluklarında aranır ve özlenirler. Deniz yoldaşın bu özelliği öne çıkar, ortalığı canlandırır, şenlendirirdi. Az  ama  herkesi  çok  güldüren  şakalar yapardı. Devrimci coşkusunu kaybetmez ve etrafına da yansıtırdı.  Dersim’de  faaliyet  yürütmek  tüm  TİKKO’cular gibi onun da hayaliydi. Bu hayali gerçekleşmişti en sonunda. Ama zıtların mücadelesi  sürüyordu.  Bir  taraf  için  iyi  olan, olumlu  olan,  hayalleri  süsleyen  diğer  taraf için  kötü,  olumsuz  ve  hayal  yıkıcıdır.  Düşmanda da böyle bir etki yarattı bizim Dersim hayalimizin  gerçekleşmesi.  Deniz  yoldaşın da içinde olduğu gerilla birliği büyük bir coşkuyla  faaliyete  başlayıp  kitlelere  ulaşmaya, onlara  yaşamın  gerçekliğini  anlatmaya  başlamıştı. Ama düşman da boş durmuyor kendisi için olumsuz olan bu durumu bir an önce  etkisizleştirmek  için  elinden  geleni  yapıyordu. Sınıf mücadelesinin, gerilla savaşının doğal  seyri  içerisinde  kazanımlar,  kayıplar, başarılar, başarısızlıklar iç içedir. Her zaman başarı, her zaman kazanım eşyanın tabiatına aykırıdır. Gerilla bu bilinçle hareket eder.  Eski  olan  yıkılırken,  giderken  kolayca teslim  olmaz,  mücadele  eder.  Düzenin  sahipleri, sahip oldukları hiçbir şeyi mücadele etmeden bırakmazlar. Ve bu sahip olunanlarsa  çalışanların,  üretenlerin  ellerinden  zorla gasp  ettikleridir.  Ama  bu  haksızlık  doğal olarak karşı hareketi yarattı. Bu karşı hareketin  bilimsel  temellerini  Marks  ve  Engels ortaya  koydu.  Marks  ve  Engels  tarafından yüz elli yıl önce yakılan meşaleyle dünyanın dört  bir  yanında  yeni  ateşler  tutuşturuldu. Mustafa Suphi ve yoldaşları tarafından Türkiye’ye taşınan bu ateş ıbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları tarafından yeniden harlandırıldı ve harlanmaya devam ediyor. Zafer yaklaştıkça, kapana daha fazla kısıldıklarını anladıkça egemenler daha da azgınlaşıyor, baskıyı  zulmü  arttırıyor.  Böyle  süreçlerde  kayıplar, yenilgiler artar. Çünkü karanlığın en koyu ama aydınlığın da en yakın olduğu andır. Evet Deniz, Doğan ve Kazım yoldaşları yitirdik.  Ama  biz  biliyoruz  ki  “mücadele edenler her zaman kazanamadılar ama kazananlar hep mücadele edenler oldu”, olmaya devam edecek.

Deniz, Doğan ve Kazım yoldaşlar kendilerinden önce düşen niceleri gibi bu bilinçle hareket ettiler, bu bilinçle omuzladılar kavgayı ve bu bilinçle düştüler toprağa. Ardılları  olarak  bize  bıraktıkları  mirası  sahiplenmek  bayrağı  daha  da  yükseklere  çıkarmak ve onlara zaferi armağan etmek andımızdır. Bu andı gerçekleştireceğiz. Çünkü “zamanı gelmiş  bir  düşüncenin  gücüne  hiçbir  ordu karşı koyamaz.”