Home » BEŞ KIZIL KARANFİL’İN ANISINA…. HASAN ATAŞ (ŞERZAN)’IN KALEMİNDEN 2 ŞUBAT..
BEŞLER PŞTA AFİŞ

BEŞ KIZIL KARANFİL’İN ANISINA…. HASAN ATAŞ (ŞERZAN)’IN KALEMİNDEN 2 ŞUBAT..

Açıklama: 2 Şubat 2011’de dersim Aliboğazı’nda ölümsüzlüğe uğurladığımız Beş Kızıl Karanfilimiz anısına 2 Haziran 2020’de Ovacık’ta ölümsüzleşen Hasan Ataş (ŞERZAN) tarafından kaleme alınan yazıyı paylaşıyoruz. 

“Herkes işini yapsın” dedi gerilla birliğinin Siyasi Komiseri ve toplatıyı bitirdi. Bitirmeden önceki son sözleri yüzü kadar net gözleri kadar berraktı. Toplantı bitiminde mangalarına çekilen tüm gerillalar iki gündür süren bu akşam son bulan eleştiri-özeleştiri toplantısının muhasebesini yapmaya başladır. Ve hepsi de “herkes işini yapsın” sözüne odaklanmışlardı. Aslında mesele bu kadar basit ama bir o kadar da karmaşıktı gerillalar cephesinde. Gerillalar yoğunlaşma içindeyken sözün sahibide manganın girişindeki tüneli gökyüzünün ferahlığına kavuşmanın sabırsızlığıyla hızlı bir şekilde geçti. Tünelin sonundaki zifiri karanlığın karşısında dimdik durarak yüzüne dokunan kar tanelerinin ritminde iki gündür süren toplantının gerillalar üzerinde etkisini düşünüyordu.

Gece bir kaplumbağa misali ilerleye ilerleye yol alıyordu. Akşam yağan yoğun karın ardından gece gökyüzü sakinleri birer birer lambalarını yaktılar ve aydınlatmaya başladılar yeryüzü sakinlerini. Akşamla birlikte başlayan sessizlik gece de sürdürülüyordu tabiat ananın çocukları tarafından. Bu sessizliği ilk bozan ilk uyanan çocuk oldu. Uzun boylu yeşil gözlü dalgalı saçlı olan Tağar’dı ilk bozan sessizliği. Uyanır uyanmaz bir bebek misali ağlamaya başladı olgunluğunu unutarak. Diğerlerinin uyanmasıyla tabiat ananın da uyanması bir oldu. Karanlıklar için de bir süredir tabiat anayı ve çocuklarını izleyen dış nöbetçinin dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağı bu seyri nöbeti devralmaya gelen yoldaşı bozdu. Tabiatın ve çocuklarının sesine birbirine nöbet aktaran gerillaların sesi de eklendi.

Tabiatın çocukları koşuştururken

Bir gerilla nöbeti diğerine

Gece gündüze

Dört beşe devrediyordu yerini

Bir hezenin çatlama sesi duyuldu. Tavan aralarında dolaşanlarda sese kulak kestiler. Toprak ürperdi, ürpertinin vermiş olduğu sıcaklıkla üzerindeki üşüyen kar erimeye başladı. Süzülen karın üstünde duran güvercin, ayağının altında bir şeylerin kaydığını hissederek ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada hezenin çıtırtısı müthiş bir böğürtüye dönüştü. Güvercin doğal bir refleksle gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladı. Güvercinin kanat çırpışındaki acıya uyanan gerillalar nöbetçi yoldaşın “kadın yoldaşlar”!! diyerek koştuğunu fark ettiler. Ne olduğunu anlamayan gerillalar, bir bebek masumiyetiyle            etrafa bakındılar ve istem dışı onlar da koşmaya başladı. Aynı yöne, aynı olaya ve aynı acıyı paylaşmak için karşılarına çıkanın ne olacağını düşünmeden. Gerillanın üç saniyesini alan bu koşu sırasında milyonlarca düşünce geçti akıllarından. Düşünce dünyasında ilk sıyrılan, ilk kurtulan oldu. Karşılaştığı manzara karşısında yere yığılıp kalmak varken “kazma küreği getirin” diye bağırdı. Ve o anda kazma kürek ellerinin arasındaydı. Artık görev enkazı kaldırmaktı, büyük bir hassasiyetle yönetirken üşüyen eller kazma ve küreği enkazın altından gelebilecek en ufak bir sese daha odaklanmışlardı. Bu odaklanma o kadar güçlüydü ki “yoldaşlar değişelim” sesini bile duymuyordu çalışanlar. Beyinler en kısa süre içinde, en hızlı biçimde enkazın altında kalanları çıkarmaya kilitlenmişti. Yoldaşlarına yaklaştıkları düşüncesiyle kazma küreği bir kenara bırakıp elleriyle eşelediler beyaz örtüyü. Eller toprakla buluştuktan sonra bir sıcaklık hissettiler ve bu sıcaklığın enkaz altındakilerden birine ait olduğunu hesaplayarak daha da bir hassaslaştılar. Umutları, düşündükleri canlı bedenlere ulaşmaktı ve bunun için ödemekten kaçınmayacakları hiçbir bedel yoktu. Çok hızlı çalışan eller büyük bir hassasiyetle eşerken toprağı bir anda durdu. Durma anında, gözlerin gördüğü yüzün dün konuşan netlikte olduğunu fark ettiler. Akşam aldıkları talimata uyarcasına devam ettiler. Eller hareketsiz vücudu hissederken, gözler, gördüğü sahne karşısında hiçbir şey yapamamanın utancıyla kaçan güvercinin peşi sıra bakıverdi. Senin bir kabahatin yok der gibisinden ürkek güvercinlere derdini anlatamayan gözler hareketsiz bedenin sahibini düşündü. Bu kadar canlı ve küçük vücuda rağmen o kadar yoğun güçlü düşünen, emek harcayan yoldaşlarını düşündü. Oysa en güçsüz anında yoldaşlarına güç katandı. Eller eşelemeye, eşeledikçe hızlanmaya devam ediyordu. Ellerin ilk bulduğu beden hareketsizdi ama yine de güç olmuştur nasırlı elleri. Bir el çıkardılar çamurun içinde ama pür-ü paktı çamura rağmen. Toprağı eşeleyen gerillalar müthiş bir güç ve hınçla dolduruyorlardı vücutlarını ve bu duygular dışa öyle bir yansıyordu ki tabiat ananın patlamaya hazır bir volkan olan çocuğuna benziyordu.  Onlar da anlamıştı, göçük altında kalanların bir an önce çıkarılmaları gerektiğini. İlk çıkarılan yoldaş ne kadar hareketsiz olsa da diğerlerine karşı umutlarını yitirmek istemiyorlardı. Elleri ellerde, gözleri göçükte, kulakları sessiz olan nefeslerdeki çığlıklarda takılı kaldı. Arada bir değişiyordu eller. Biri 12 yıldır dağların toprağını eşeliyordu çeşitli şekillerde. Kurşun yarasını, tetik boşluğunu, toprağı ve emeği hissediyordu. Ve 10 yıldır birlikte faaliyet yürüttüğü Emel’i ve Dersim’ in son beş yıllık faaliyetini birlikte paylaştıkları Eylem’ i, Dilek’i, Özlem’ i ve Sevda’yı hissetti. İlk fark ettikleri Emel’di. Nabzına baktılar, yanıldıklarını sandılar; bir daha bir daha denediler, yanılmak isteyerek umutlarını yitirmediler. Bu beden de yetmemişti. Umut fidanın, ikinci hareketsiz bedenin kökü bilinç toprağında yeni fidanlar olmaya doğru karışmıştı toprağa. Zaman sanki kaplumbağa sırtında yol alıyordu. Işık kadar hızlı ve bir yanardağ gibi güçlü olmak istiyorlardı. Göçük altında üç can vardı, amaçları onlara ulaşmaktı. Bunu bilerek çalıştılar. Ayaz soğuğuna rağmen, soğuğu hissetmeden akan terin sıcaklığıyla çalışmaya devam ettiler.

Zaman geçmek

eller durmak

ten gitmek

şafak gelmek

yıldız sönmek

güneş doğmak

toprak bitmek

umut tükenmek bilmiyordu

2 Şubat sabahında…

Ve her değişen, balıkçının ağı çekmesi gibi çalışıyordu. Yerini yoldaşlarından birine bırakan gerilla eğitim mangasına doğru yürümeye başladı. Mangaya girdiğinde iki hareketsiz bedeni sarmakta olan yoldaşlarını gördü. Cansız ama canlanan, göz bebeklerindeki ışık solmayan, yüzlerindeki tebessüm silinmeyen yoldaşlarına baktı. İçinden “Eylem yoldaş, Emel yoldaş” diyebildi sadece.  Gözleri doldu ama dik durmaya çalıştı karşılarında. Tıpkı onlar gibi. İlk geldiği günü hatırladı biri. Şimdi daha iyi anlıyordu Eylem yoldaşın var olanı nasıl değiştirme iddiasında olduğunu. Kötüden iyiye yürüyüşü ve anlamlandırmaya çalıştığı yoldaşlığı. Yılmış, yorulmuş bir gidişe rağmen zorluğun içinde ağır yükü omuzlayıp nasıl kavgaya sarılmaya çalıştığını anımsadı. Ezilen, hor görülen, küçümsenen kadını ayakları üzerine nasıl doğrulttuğunu hatırladı. “Yiğit yoldaş, Eylem yoldaş” diyebildi bir kez daha, daha fazlası değil. “Dikkat edin” sesleri düşünce denizinden kopardı gerillayı.  “Ne olur bu sefer gülen gözleriyle gelsin ve baksın bize gelen. Gitmesin, konuşsun ve görsün yüzümüzü, görelim gülen yüzünü. Sevincimizi anlatalım ona. Duyalım sesini, nefesi değiştirsin havamızı.” Olmadı. Yine aynı tabloydu nabzını ölçtüklerinden öncekilerle. Ama yine de inanmak istemiyorlardı hiçbirine.  Duygu dile döküldü, konuşmaya başladı.

“Geldi dağların Dilek’i

Gerillanın Dilek’i

Telli duvaklı

Yüzünde ki umut ile

Umut oldu

Canlı bekleyen

Canlı dileyen

Yoldaşlarına

Hoş geldin Dilek’imiz

Umudun, umudumuzla

Çaban, çabamızla

Atmasa da kalbin

Yaşıyor düşüncelerin

Bak, yaşıyor işte kavgan

Sadece bugün roj-başa geç kalktın.”

Dilek’i götürdüler mangaya. Komutanı ve önderinin yanına yatırdılar usulca. Mutfakta yine dumanlı hava, hiçbir tıkırtı hiçbir gürültü yoktu tabiatın yakarışından başka. Bir cenazeye yakılan ağıt değil, çığlıktı, isyandı, haykırıştı yaşananlara. Bir bir çıkarken bedenler göçük altından engelleyemediği kazının sorumlusu durumunda hissediyordu kendini. Bak bir daha geçiyordu yaşamındaki canlı ritmi unutturmamacasına. Sevda’ydı bu kez adı. Hasta diziyle nice yükler kaldırmıştı. Neylerdi ki ölümün yükü. Son kalana da ulaşıldı toprak altında. Yılların gezginliğiyle adımladığı dağlarda solumuştu yaşamın havasını. Kopmaz bağlarla sarıldığı toprak ana yeni bir mekan olmuştu ona. Bir hareket dolaşıyordu cansız bedeninde. Toprak hayat veriyordu ona. Yavaş yavaş çıkardılar ve taşıdılar ölümü ortak paylaştıklarının yanına. Yılların ayrılığına ÖZLEM duyarak geldiği dağlarda son sözünü devretti yoldaşlarına.

Saat 8.

8’i 1 geçiyor

2 geçiyor

3 geçiyor

8,9,10 geçiyor

Zaman saymaya yeni başlamış bir çocuk misali ağır aksak gidiyordu. Saniyeler bir bir devrediyordu sonrakine. Zaman emeklemeyi öğrenmeden yürümeye çalışan çocuk misali bugün. Zamana inat enkaz temizleniyor. Ne konuşan ne susan ne dinleyen ne konuşan. Herkes işini yapıyor. 2-3 gerilla enkaz altındaki eşyaları çıkarıyordu. 8 metrekare bir manga. Manga duvarında kendinden öncekilerinin kanıyla boyanmış orak-çekiç-yıldızlı bayrak. Önünde ölüme isyan eden yaşamlarıyla beş karanfil. Önlerinde sıraya dizilmiş devredilen bayrağı taşıyanlar. Sıkılı yumruklar, edilen kavga antları ve omuzlara alınmayı bekleyen beş yürek. Mezar yerleri hazırlanmış ve kapanmayı bekliyordu. Kar eriyene kadar sırayla hazırlanan beyaz örtünün altına kondu bir kez daha hepsi. Çalışanlar devam ediyordu onlara ait olan izleri çıkarmaya toprak altından. Giden beş yürekti, gerçek olan yaşananın kendisiydi. Beş kadın onları yeniden can suyuna kavuşturan kavganın önünde. Son kez selam durdular sonsuza dek birlikte yürüyeceklerini haykırarak kalanlar. Hiçbir şeyin acısını bu kadar ağır yaşadığını düşünmüyorlardı. Eller üzerinde tükenmeyen bir enerjiyle yansıtılan düşüncenin yazılı olduğu defteri çıkarıyordu. Çamurun içinden çıkaran eller dikkatle eğilip inceledi defteri. İçinde özenle tutulmuş notlar ve yanında bir kitap defter. Adı “Ne yapmalı”ydı? Şimdi bu soruya verilecek en büyük yanıt kitabın içinde yazılıydı. Mücadeleye devam etmekti görevleri. Eller durmak bilmiyordu bugün. Üretimde bulunan eller her anı yaşamı daha emekle yoğurarak yaratanlar. Durmadı, duramazdı bu acı günde. Ellerine acımadı gerillalar hiçbir zaman da acımayacaktı. Ardından gittiklerini düşündüler. Gidenler ellerinden geleni yapmışlardı ve devretmişlerdi bayrağı onlara. Eşyaları çıkarmaya devam ediyorlardı. Çıkarılanlar kalanlara bir miras olarak verildi. Yeniden ve onlar adına kullanılmak üzere. Toprak altında silahlarına ulaşılmıştı. Küçük ve incecik ellerle ama büyük düşüncelerle yönlendirilmişti silahlar. Yeni muharebelere girmek üzere silindi özenle. Güneş doğalı 2 saat olmuştu ve zaman ilerliyordu. Enkazı gören güneş ona katılmak üzere yola çıkanları karşılıyordu ve enkazda görünen yüzü her durumda Tokat’ tan, Dersim’ den, Mardin’ den, Erzincan’ dan, Sivas’ tan, Yozgat’ tan ve daha birçok yerden dik duran ama ağlamaklı olan gözlere sesleniyordu güneş.

Ağlamanızı istemediler

Ağıt yakıp yas tutmanızı

Onlar kendileri seçtiler

ve tereddüt etmediler. Enkazdan bütün eşyalar çıkarılmış. Yoldaşlarsa bahara kadar kar altındaydı. Sessizliğin boğuculuğu kaplamıştı anı. Gözler birbirinden kaçak, konuşanlar kelimeleri seçmekte zorlananlar, anlatılanlar yüzlerinden okunuyor. Sığınılacak tek yer halk, parti, yoldaşlar, bugün sonsuz olanlar. Arayışta olan gözler temizlenmekte olan şarjörü gördü ve o şarjör, kavgada yaşatılacak olan yoldaşlara götürdü onları özlemle.

Haykırışlar

Savaş diye

Ve onlar seni en çok sevenler

Onlar yaşamı en çok sevenler

Yaşam için ölenler

Onlar ölümün

Kurallığın

Karamsarlığın

Toprağa bulaştığı yerde

Umudun fidanını kanlarıyla yeşertenler.

Onlar savaşan yüzün masum çocukları.

Zaman geçiyordu. Geçmesi gereken an yavaşlıyordu inadına olsa gerek. Yas tutmaya zaman yoktu. Kavga beklemiyordu. Sorulacak hesap sabırsızdı. Gidenlerin yarattığı boşluklar onlar adına da dolacaktı. Yürüyüş aksamayacak, ileriye doğru adımlar hızlanacaktı ve hızlanmalıydı. Çünkü gidenlerin son talimatıydı. “Herkes işini yapacaktı”. Ve bu iş devrimin görevleriyle yükümlüydü. Mevziler yeniden dolmayı bekliyordu. Daha güçlü vurmak, daha güçlü anmak için.

Beşler kar altında değildi

Pratiğin içinde

Savaşın ortasındaydılar

Durmuş yürekleri

Yaşama dönüyordu kavgada

Pratiğin her anında

Yapılmaya çalışılanlar

Ve yapılmak zorunda olanlarla

Halkla, partiyle ve yoldaşlarıyla…

                           Hasan Ataş (Şerzan)

Dersim- Ocak 2012

(2 Şubat Şehitleri Eğitim ve Üslenim Kampı)