Home » Gittiler Ya, Bu Dağlar Öksüz Kaldı…
BEŞLER

Gittiler Ya, Bu Dağlar Öksüz Kaldı…

Ömrümün en uzun ve en ağır, bir o kadar da anlamlı günleriydi. Beş kadın yoldaşımızın naaşını, üç yılın ardından ailelerine teslim edecektik. Bunun için onları uygun bir yere taşımak gerekiyordu. Onları üç yıldır kök saldıkları bu topraklardan çıkarmak kolay olmayacaktı, bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Nasıl söküp alacağız onları sımsıkı tutundukları bu dağlardan… Bir yoldaş “Bence her birini bir tepeye gömelim. Buradan ayırmayalım. Bizimle kalsınlar” diyor. Birçok yoldaş aynı düşünse de ailelerinin isteklerine saygı duymak gerektiğini biliyoruz. Onlar da yıllardır çocuklarına hasretler. Ve şimdi ziyaret edebilecekleri bir mezarlarının olmasını istemeleri daha ağır basıyor. Ne kadar ayrılmak istemesek de vereceğiz onları… Onlarsız bir yanımız eksik kalacak biliyoruz ama burada bıraktıkları izler, her birimizin yüreğinde kapladıkları yere, yarattıkları değerlere daha sıkı tutunacağız bundan sonra…

Onları incitmeden nasıl çıkaracağımızı, bunun için ne kullanacağımızı, bu işin kaç gün süreceğini değerlendirdik ve bir plan çıkardık.

Öncelikle sedyelerimizi yaptık. Sonrasında ailelere teslim edeceğimiz geçici mezar yerlerini de kazdık… İşte her şey hazır… Artık belirlediğimiz tarihte oraya gitmek kaldı.

Herkes gergin… Gözlerde hep aynı ifade…

İşte, beklediğimiz gün geldi… Çok fazla konuşulmadı. Her şey planlandığı gibi başladı. Herkes ne yapacağını biliyor… Yola çıkıyoruz hep birlikte. Kendime bir söz veriyorum. Onları yolcularken olabildiğince güçlü olacağım. Zira böylesi bir süreç için çok güçlü olmak gerekiyor. Bu ağırlığı ancak bu güç kaldırabilir. Yani ağlamak yok… Orada bir yoldaşın duygularını kontrol edememesi bütün grubu etkiler. Bunu herkes biliyor. Sanki herkes aynı kararı almış gibi…

Yukarı doğru attığımız her adım, bizi onlara yakınlaştırıyor. Kalp atışlarımı duyabiliyorum. Hava da kararsız gözüküyor. Yağmur mu yağacak, güneş mi açacak belli değil. O da nasıl davranacağını bilemiyor!

Özlem yoldaşın yanına gidiyoruz ilkin. Yerini bilen yoldaşlar, nereden kazılacağını gösteriyor. Kazmaya başlıyoruz dönüşümlü olarak. İşte toprağın sesi daha tok gelmeye başladı. Demek ki yakınlaştık. Artık çok daha fazla dikkat etmemiz gerek. Nefesler tutuluyor… İlk yağmurluk parçasını gördüğümüzde artık kimseden çıt çıkmıyor. Ellerimiz çalışıyor. Ellerimizle üzerindeki toprağı çıkardıkça Özlem yoldaşın yağmurluğa sarılmış bedeni de belirginleşiyor…

Köklerle toprağa tutunduğu için yoldaşı topraktan koparmakta zorlanıyoruz. Herkes aynı şeyi merak etse de kimse açıp bakmaya cesaret edemiyor başta. Sonra yavaşça yağmurluğu açıyoruz. Parti bayrağı, yoldaşın fotoğrafı ve kimlik bilgilerinin olduğu belgeler üç yıl önceye götürüyor herkesi. O gün telaşla ama bir o kadar da özenle hazırlanan bu belgeler, üç yıl öncesine uzanan bir köprü oluyor bütün yoldaşların gözünde şimdi… Hazırladığımız sedyenin üzerinde bir kez daha yolculuğa hazırlıyoruz yoldaşı… “Şu dağların sırtında bir yiğit mezarı var” türküsünü onunla birlikte söyleyerek zorlu bir yolculuğa başlıyoruz. Normalde yağmurlu bir havada böyle bir patikada defalarca düşeriz, kayarız. Ama o gün hemen hemen hiç düşmeden gidiyor bütün yoldaşlar. Bütün çaba sedyeyi sarsmadan taşıyabilmek. Bunun için yoğun bir emek harcıyor herkes.

Yola çıkmamızla birlikte güçlü bir şimşek çakıyor. Ardından şiddetli bir doluya tutuluyoruz. Taş sertliğinde çarpıyor dolular her yerimize. Yağmur, ancak Özlem yoldaşı tekrar toprağa verdiğimizde duruyor. Hatta güneş açıyor. Yol boyunca bütün yoldaşlar taşıyor sedyeyi. Sadece kadın yoldaşlar olarak da omuzluyoruz yoldaşlarımızı. Ondan, onlardan bir kez de kadın yoldaşlar olarak devralıyoruz özlemlerini, özlemlerimizi. Gelecek umutlarını Eyleme dönüştürme sözü vererek omuzluyoruz yoldaşlarımızı ve ailelerinin alacağı geçici mezar yerlerine yerleştiriyoruz.

Sıra Emel ve Dilek yoldaşlarda. Özlem yoldaştan sonra 2006’da Dersim’de kesişmişti yolları. Özlemleri, Emelleri, Dilekleri aynıydı. Onun için mücadele ediyor, onun için savaşıyorlardı. Bugün çok daha zorlu geçecekti. Bir gün önceden tecrübeliydik. Artık neyle karşılaşacağımızı biliyorduk. Bugün iki yoldaşımızı birlikte çıkaracağız. Emel ve Dilek yoldaşlar, aynı mezarı paylaşmışlardı çünkü. Yan yana yatmışlardı. Aynı özen ve çabayla çıkardık yoldaşlarımızı. Yoldaşlara tek tek bakarken onlarla paylaştıklarımız canlanıyordu bir bir. İki yoldaşın da tartışmalardaki ısrar ve inatçılıklarını hatırlıyoruz tebessümle. Sedyeleri peş peşe taşıyoruz. Bugün yağmur yağmıyor. Hatta zaman zaman güneş de gösteriyor yüzünü.

Son gün… Sevda ve Eylem yoldaşlarda sıra. Onlar da Emel ve Dilek yoldaşlar gibi birlikteler. Önce Sevda yoldaş. Etrafındaki toprakları yine ellerimizle temizliyoruz. Hazırladığımız sedyeye koymak için kaldırmak istediğimizde epey zorlanıyoruz. Toprak bu kez daha güçlü sarılıyor, bırakmak istemiyor. Yağmurluğun toprakla birleştiği yere baktığımızda yemyeşil filizleri görüyoruz. “Toprakta yeniden filizlenmek” dedikleri bu mu diyorum kendi kendime. Öyle sıkı tutunmuş ki Sevda yoldaş toprağa, kökleri koparmak hiç de kolay olmuyor. O kökleri koparmakta zorlanınca Sevda yoldaş canlanıyor sanki karşımda. Yaşamda nasıl da inatçıydı…

Sevda yoldaştan sonra sıra Eylem yoldaşta. Bütün herkesi gönderdikten sonra artık gönül rahatlığıyla “gidebiliriz” diyordu yoldaşlarına. Sorumluluğu büyüktü, yükü ağırdı. Bu yükü onurla taşımış, son yolculuğunda yoldaşlarının arkasından gururla geliyordu şimdi… Yağmur yine başladı… O hep gülen, ışıl ışıl olan gözleri karşımızdaydı sanki. O anda günlerdir biriktirdiğim, hep saklamaya çalıştığım gözyaşlarım hücum etti sanki. Engel olmaya çalışıyorum, kimsenin görmemesi için kafamı bile kaldırmıyorum ama hayır engel olamıyorum. Sözümü tutamıyorum… Günlerin ağır yükü boşalmak için fırsat kolluyormuş meğer… Yağmura karışıyor gözyaşlarım ve onunla kayboluyor…

Eylem ve Sevda yoldaşlar da diğer yoldaşların yanındaki yerlerini alıyorlar… Eylem yoldaş, ortaya geçerek sağına Emel ve Dilek yoldaşı, soluna Özlem ve Sevda yoldaşı almış aileleri karşılamaya hazırdı artık. Yoldaşları şimdiye kadar neden veremediğimizi en iyi o açıklayacaktı ailelere, onların da gönlünü alarak. Ailelerin sitemlerini, özlemlerini anlayarak kendi koşullarımızı anlatacaktı. Onlar da bizi anlayacaktı… Öyle de oldu… Sıra mezar taşlarını hazırlamaya geldi. Her şey onlara yakışır olmalı. Yapabileceklerimizi en özenli bir şekilde yapmalıydık. Öyle de yaptık. Mezar taşları için üzerine yazı yazacağımız düz taşlar buluyoruz önce. Sonra isimlerini, dağlara kodlanmış isimlerini ve ölümsüzlük tarihlerini yazıp özenle yerleştiriyoruz mezarlarına. Ve basına yoldaşların mezar yerleriyle ilgili bilgi veriyoruz…

YARIM KALMAYACAK EYLEMLERİMİZ

Mezar yerlerini açıkladığımızın ertesi günü aileler ve yoldaşlar onları almaya geldi. Henüz çok erkendi. Hemen gelebileceklerini hesap etmemiştik. “Vedalaşmadan ayrılmak” yine mi bize düşecekti… Daha vedalaşacaktık yoldaşlarımızla. Bir kez daha kavga yeminlerimizi tazeleyecektik birlikte. Daha çok şey paylaşacaktık onlarla. Hazırladığımız o çok sevdikleri papatya taçlarını takacaktık mezar taşlarına. Yine yarım kaldı. Birçok güzel şey gibi yine yarım kaldı. Yarım kaldı sevdalarımız, yarım kaldı özlemlerimiz, yarım kaldı dilek ve emellerimiz. Ama yarım kalmayacak eylemlerimiz. Hepsini eylemlerimizle tamamlayacağız.

Ailelerin geldiği haberiyle hızla toparlanıyoruz. Öncelikle onların güvenliği için belli tepelere biksi ve diğer silahlarla yoldaşlar savunma amaçlı yerleşiyor. Geri kalan grup aileleri karşılamak için yola çıkıyoruz. Hepimizde aynı heyecan ve coşku. Nefes nefese karşılıyoruz aileleri ve yoldaşları. Gelenlerin bizi alkışlarla karşılaması heyecanımızı daha da artırıyor.

Büyük bir özlemle sarılıyoruz birbirimize. Yıllardır umutla bekledikleri evlatlarına, yoldaşlarına kavuşacak olmanın sevinci ve hüznü var gözlerinde. Bir taraftan bizden, bu dağlardan ayıracakları için de hüzünlüler… Onları birbirinden ayırmamalarının sözünü alarak teslim ediyoruz yoldaşlarımızı. Aileler de bizim koyduğumuz gibi aynı özenle çıkarıyor yoldaşları. Ardından hep birlikte saygı duruşunda bulunuyoruz. Bir yoldaş onları anmanın onlardan boşalan mevzileri doldurmak anlamına geldiğini söyleyerek kısa bir konuşma yapıyor. Slogan ve alkışlarımızla uğurluyoruz yoldaşlarımızı…

Gittiler… Bu dağlar öksüz kaldı. Eksildik. Şimdi ne zaman kafamı kaldırıp dağlara baksam bu düşünceler dolaşıyor beynimde… Meğer varlıkları ne çok güç veriyormuş bize. Adımladıkları bu dağlarda yoldaşlarına güvenle bıraktıkları mücadelenin takipçisi oluyorlardı. Onları burada hissetmek… Soluklarını üzerimizde, gülüşlerini yanı başımızda hissetmek, bastığımız yerlerde ayak izlerini görmek de bize ayrı bir güç katıyordu. Şimdi ne zaman yürümekte zorlansam “onlar da geçti buralardan, onlar da bu yokuşta, bu patikada belki de solukları kesildiği için mola verdiler” diyorum. Onların bize öğrettiği en önemli şey görevlerimize sımsıkı sarılmak oldu. Tıpkı onların toprağa sımsıkı tutundukları gibi…

Dersim’den bir Partizan/Mayıs 2014